Istanbul'a yakın yerleri dolaşırken, daha önce adını abhaz kökenli dostlarımdan duyduğum bir rotaya sürdük aracımızı.
Alaşara'nın kapısında Mevlana'nın o unutulmaz cümlesiyle karşılanıyorsunuz.Çok ilginç ve hoş bir karşılama konuklar için. İçerde harika bir kuzine var tam orta yerde.Üzerinde demliklerle çaylar kaynıyor. Alaşarada alkol yok.Kahvaltıya dayalı bir yemek kültürü var.Özelliği buymuş.Ama tabi ki et yemekleri,ızgaralar da var menüde. Ama çok değişik kahvaltı çeşitleri sundular bize.
Duvarlarda kendi kültürlerini yansıtan objeler, silahlar, kafkaslara ait kıyafetler, restoranı ziyaret etmiş ünlülerin fotografları, gazetelerde çıkmış haberlerinin küpurleri vardı.
Eski kapılara bayılırım.Cunda'ya her gittiğimde eski rum evlerinden kalma kapıları, kapı tokmaklarını incelerim.Burda da hemen gözüme çarptı.Bir kenarda paravan olarak kullanılıyordu. Ne güzel..Kimbilir kimler açtı-kapattı bu kapıları.
Bu gördükleriniz, yiyeceklerden bir kısmıydı.Aklımda kaldığı kadarıyla sıralayayım.Küçük tabaklarda her çeşitten tattık.Isırgan sızbalı, çerkes tavugu,güveçte abhaz peyniri,turşu,reçeller,hav uçlu otlu bir çeşit salata,patates mücveri,şehriyeli yogurtlu çok değişik bir salata,açeç dedikleri bir çeşit çiğbörek,haluj denen peynirli mantı.(ben yine de kıymalı mantıyı tercih ederim).nefissstiler.
Yolunuz düşerse uğramadan geçmeyin derim:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder